Türkiye, demokrasinin neresinde?
Türkiye, demokrasinin neresinde?
İbrahim Selvi
Türkiye \Kapadokya
Türkiye bilmediği demokrasinin tam da merkezinde, çok da anlamadığı Cumhuriyet’in zirvesinde.
Cumhuriyet rejimine Türk Halkı bilerek anlayarak ve özümseyerek kademe, kademe kendisi mi ulaşmıştır? Yoksa bir lider çıkıp Türk Halkını ve o günün siyasi iradesini de karşısına alarak karşı bir devrim yaparak mı Cumhuriyet yönetimine irade kazandırmıştır?
Bildiğimiz kadarıyla Mustafa Kemal Atatürk mevcut siyasi iradeyi ve halkı da karşısına alarak bir devrim yapmış, bunun yanında meclis iradesini de kullanarak Cumhuriyet’i ilan etmiştir. Cumhuriyet rejimini halkın yönetilmesine ve devletin irade kazanmasına hakim kılmıştır.
Atatürk, kurduğu yeni Cumhuriyet iradesini demokratik rejim kazandırmak için çok partili sistemi de bünyesine katmak için girişimde bulunmuş ancak, bu girişimler başarısızlıkla sonuçlanmıştır.
Bu partiler 1924’ de Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası partisi ve 1930 da Serbest Cumhuriyet Fırkası olarak kurulmuş ançak altı ay ya da bir sene gibi yaşama süreçleri olmamıştır.
.
Bu süreci analiz ettiğimizde görüyoruz ki halk olarak bir Cumhuriyet talebimiz olmamış.
Halk olarak bir demokrasi talebimiz doğmamıştır.
Yani bu kavramların, halk tanımını da bilmiyor demektir.
Evet halk günümüzde de demokrasinin, Cumhuriyet’in tanımını bilmiyor, bildiğimiz tanım bize öğretilen tanım.
Toplum halk olarak bizim kendi siyasal kültürümüzün ulaştığı bir yönetsel kazanım değil.
Kullandığımız otomobil, uçak, bilgisayar ve daha bir çok endüstriyel materyaller gibi.
Biz kendiliğimizden demokrasiyi, Cumhuriyeti tanımlayamıyoruz ya da bilinen tanımların dışına çıkamıyoruz.
Demokrasi de Cumhuriyet de bir yönetme aracıdır ama bu kavramlar kendiliğinden yöneten araçlar değildir.
Eğer demokrasiyi ve Cumhuriyet’i verimli kullanmak amaçlı diğer kavramlar ile desteklemezseniz, bu övünç olarak ifade ettiğimiz demokrasinin dezavantajları yıkıma neden olur.
Bugün yüzyıla varan Türkiye’nin demokratik birikimi halkın geleceğine yönelik nekadar verimli olmuştur, bakıp değerlendirmek gerekir.
Her on yılın getirdiği darbeler.
Siyasi partilerin popülist politikaları ve bu politikaların taşınamaz ağır mali yıkıntıları vb saymakla bitmez.
Demokrasi bir delinin ( Adolf Hitler) kendisini halka beğendirerek ülkenin dizginlerini eline alıp ülkeyi çıkmaza götürmesi değildir.
Bu konuyu daha derinleştirip sayısız olumlu olumsuz örneklerle güçlendirebiliriz ancak, bu yazımın uzamasına neden olur.
Özetle şu tanıma yer vermek istiyorum.
Meclis iradesinin üzerinde bir senato veya eşraflar ( Lordlar) konseyi olmadan bir ülke yönetilemez, hatta bu konseyin Belediyelerde de olması zaruri ihtiyaçtır.
Aksi durumda parlamenter sistemde de Cumhurbaşkanlığı sisteminde de siyasi partilerin popülist politikalarının önüne geçemiyorsunuz yani ülkeyi yönetemiyorsunuz, yönettiğinize kendinizi inandırıyorsunuz.
Diğer yanda seçilen hükümet Başkanı’nın iradesini güçlendirecek yönetimi toplumun geniş sathına yayacak irade kazanamıyorsunuz. Bu geniş iradeden yoksun kalınca lider dar çevre yönetimiyle yalnız ve de korunaksız kalıyor.
Hükümet’in bu korunaksızlığı güçsüzlüğü darbe yapmaya kalkışan çevreyi cesaretlendiriyor.
Peki “ sen yönetilmediğini iddia ediyorsun, nedir dayanağın? “ diye sorarsanız.
1481-1512 II. Bayezid ile başlayan darbe girişimi I. Mustafa ile devam etmiş ardından II. Osman’ın katliyle devam ederek 12 Padişah bu şekilde tahttan indirilmiştir. Sonuncusu II. Abdülhamit 1909 yılına kadar uzanmıştır. Osmanlı iradesindeki darbeler süreci Vahdettin ‘in ülkeyi terk etmesine ve ardından 15 Temmuz kalkışmasına kadar siyasi iradesiyle koltuğunda kalan tek lider Tayyip Erdoğan olmuştur.
Darbeciler Atatürk’ün silah arkadaşı, Başbakan’ı Celal Bayar’a da darbe yaparak götürüp Yassıada’ya hapsetmişlerdir, Bayar’ın ileri yaşından dolayı idam etmedikleri söylenir.
Bu ne demek? Cumhuriyet yönetiminde de lider makamını koruyamıyor, halkın, devletin ona vermiş olduğu iradeyi elinde silah ile bir kısım asker ünüformalı vandallar kendilerince haklı gerekçeler üreterek makamı basıp milletin Cumhurbaşkanı’nı, Başbakanı’nı derdes edip götürüyorlar.
Peki millet ne yapıyor? Hiç birşey...yapmıyor, yapamıyor. Çünkü, millet millî iradenin ne demek olduğunu, askerin yerinin nerde olması gerektiği gibi tanımlardan yoksun yani bilinçsiz. Hatta, halkın büyük çoğunluğu darbeleri alkışlıyor.
O günün bürokratları ve siyasi liderleri darbeci komutanları yaptıkları darbe eylemlerinden dolayı kutlayıp başarı dileklerini sunuyorlar.
Mustafa Kemal Atatürk’te bu yönlü bir tehditti bertaraf etmek için kendi döneminde kuvvet komutanlarını çağırıp “ ya mecliste vekilliği ya da kıtada komutanlığı tercih edeceksiniz” teklifinde bulunarak kendisine yönelik olabilecek bir darbenin tedbirini almak durumunda kaldığı gibi, beraberinde askerlik mesleğini de siyasetten uzak tutmak istediği ifade edilmektedir.
Eğer askeri görev ile siyaset ayırılmışsa şu geçtiğimiz yakın zamana kadar askerler siyasete sürekli neden müdahil olmak durumunda kalmışlardır?
Şuraya varmak istiyorum, bunlar Atatürk’e de suikast girişiminde bulunmuşlar Kazım Karabekir başta olmak üzere yakın birkaç silah arkadaşının suikastın arkasında olduğu tespit edilmiş ancak Atatürk, geçmiş günlerin anısına bir çoğunu affetmiştir, bir kaç eski ittihat ve Terakkicileri cezalandırmıştır.
Varmak istediğimiz yer şu ki;
1512 yılından 1909 yılına kadar 12 Padişah’ın iradesi elinden alınarak bir çoğunun katledilmesiyle süregelen gelenek günümüze kadar ulaşmıştır.
Yani siyasi irade kendisini, makamını koruyamazken nasıl milletini, halkını siyasi iradesini muhafaza edip ülkeyi gerçek manada yönetmiş olacaktır.
Buradan nereye geliyoruz?
Toplumun, halkın kendi tanımlamadığı Cumhuriyet, demokrasi ya da parlamenter sistem, demokratik toplum gibi bir çok sosyal, siyasi ya da hukuki tanım ve terimleri kendisi tanımlayıp kademe kademe geliştirmediği sürece bu kavramların içini o toplum dolduramıyor, kavrama, tanıma entegre olamıyor tanımın kapsamı geliştirilemiyor.
Toplumun kendisinin tanımlayamayıp geliştiremediği kavramlar o toplumda eğreti kalıyor gelişmiyor, ezberci bir düşün bakış öne çıkıyor. Hatta bu toplumlarda tanımların dışına çıktığınızda taşlanıyor, dışlanıp gözden düşürülüyor itibarlaştırılıyorsunuz. Çünkü, yurttaş başka türlü düşünemiyor. Mutlak var ya da yok anlamında....
Bu bağlamda, çevremizdeki diğer gelişmiş Cumhuriyet ya da demokratik toplum örneklerine baktığımızda.
Amerika Cumhuriyeti’nde senato var ve buna destek çok güçlü bir yargı kurumu var.
Eyalet Meclisi, Eyalet Valisi, Eyalet Savcısı gibi birbirini destekleyen güçlü kurumlar var.
Başkan Biden uyuyup geziyor ancak, Amerikan siyaseti rotasında ilerlemeye devam ediyor.
İngiltere keza yine aynı benzeri sistemle kurumlar birbirini destekleyip yönetsel kararlılığını artırıyor.
Türkiye’nin Cumhuriyet ya da demokratik yapısında senato yok, Eyalet yok, Özel Vali yok, Eyalet meclisi yok, Özel ya da Bölge Savcısı yok yani bunlar yoksa Başkanın kendisinden başka arkasını yaslayacağı güçlü kurumlar da yok demektir.
Böyle olunca 1512 yılından günümüze dek Padişah, lider, Başbakan, hükümet kendi varlığını, makamını, yetkisini koruyup kullanamıyor ki, memleketini başarılı bir şekilde yönetip ülkesini kalkındırıp geliştirsin geleceğe, gelecek nesillere ülkenin geleceğine yatırım yapabilsin.
Yani lider kendi canını kurtardığına minnet duyuyor, onu kazanç sayıyor.
Bu tanıyı doğrulayan lider deyimi; kulağımızda kalan en trajik söz şu odu.
“ben kefenimi giydim de geldim”
“ Altı kez geldim, yedi kez gittim”
Bir de rahmetli Menderes'in tutuklu kaldığı Yassıada’da “ şuradan bir çıkabilsem de Aydın’da incir ağacının altında oturup bahçemi sulayabilsem, siyaset mi bir daha ” demiştir.
Kaynak İsmet İnönü’nün anıları
Erdal İnönü’nün anıları
Falih Rıfkı Atay : Çankaya adlı kitabı
İbrahim Selvi
Köşemi takip etmekten keyif alıyorsanız lütfen yakınlarınıza öneriniz öneri ve yorumlarınız için anatoliaslv@gmail.com mail adresime ulaştıracaksınız
Yorumlar
Yorum Gönder