İnsan ve kilişeleşmiş düşünce kalıpları...





İnsan, 
düşünüp ifade etmek, tanımlamak  istediği çoğu  kavramları açıklamaktan çekiniyor. 
     
Doğru düşünüp tanımladığından emin olsa da,  acaba diyor!
Toplumda çevrede, nasıl karşılanır?
Ne derler?

Şimdi ben bu konuya farklı bir açıdan baksam,
Terörist ya da yandaş derler mi? .. 
Evet derler.. ..
Toplum, klişeleşmiş,  düşün kalıpları bilinen ve kalıtsal tanımlara iman ediyor...

Ve onun dışına çıkmaktan, tepkiyle karşılaşmaktan, hatta toplumsal linç edilmekten
çekiniyor..
İşin özüne vakıf olmak, ilgili  nesneyi yeniden tanımlamak geliştirmek, amacının dışında...

" Kemikleşmiş bilinç altı dokularına ters düşmekten kaçınıyor.
Şimdi  bu bağlamda,
Camilerimizin ses düzenine değinmek istiyorum..
Cami ve İbadethane'lerin ses düzeneği  gerektiğinden çok daha düzensiz.
Ezan sesini yayan düzenek ve dış hoparlörler bozuk.

Hoparlörlerden cazırtı, öksürük ve  nefes sesi vazgeçilmez olmakta...
Bazı vakitlerde Cami içinde tutulması gerekli okumalar, minaredeki hoparlörlerden dışarıya verilmekte.
Bu durum da dışarıya verilen ses, anlaşılmadığı gibi ses kirliliği de yaratmakta.
Caminin içindeki hoparlörler  o denli yüksek sesli kullanılıyor ki,.... 

Hoca ya da görevlinin mikrofonla işi bittiğinde,  oh, diyebiliyor sukunete kavuşuyorsunuz.
Cami içindeki hoparlör adeti, gerektiğinden çok daha fazla..

Adeta duvarlar iki, üç metre aralıklarla hoparlör dizilmiş.
İlgili görevliler,  nekadar yüksek ses ile hitap edersek okadar anlaşılırız mı?
Düşünüyorlar.
Belkide, kendi seslerini megafondan duymak çok  hoşlarına gidiyordur..

Birde,  ilgili görevli imam yada vaiz;
Dakikalarca kendisinin de anlamadığı, cematın da anlamadığı lisanda
Bir şeyler okuyor. 

Neden sonra anlıyacağımız lisanda, hoparlarün sesi maksimum açık olmak koşuluyla  avazın çıktığı kadar bağırıyor...
Artık, ya sabır çekiyoruz bitsede felah, sukunet bulsak,

Rabbimize yönelip inşirah olsak.
Bizim mahalle Camisinin hoparlörleri bir cazırtıyla açılıp diğer cazırtıyla kapanmakta...

Diyanet, Diyanet, kendine dokunanı, neyle suçladığını biliyoruz...
Ama, insan soğuyor, üşüyor..
" Oysa, sevdirin, yakınlaştırın, kolaylaştırın... "
Allah için rahatsızlık vermeyin, sukunet ve güven verin dinginlik kazandırın.


İMAMOĞLU VE  PALANDÖKEN GÖRÜNTÜLERİ
Toplumsal sağduyu kalıpları ve onun dışına çıkmak...

Doğrusu bu konuda yorum yapmak istemiyorum.
Yukarıda izah etmeye çalıştım.
Çoğu şey de yazılıp çizildi, ben İmamoğlu ile ilgili başka bir konuya dikkat çekmek istiyorum..




Liderlik...

Bu kenti yönetecek  Başkan'nın  liderlik karakteri gelişmiş  olmalı..
Geçtiğimiz gün, Yeni Havalimanı\Gayrettepe Metro inşaatı temel  atma töreni düzenlendi..

Temel atma törenine  kentin Belediye Başkanı davet edilmemiş...
Yani, bu iş İmamoğlu'un  yetkisi dışında kaldığı gibi, bilgisi  dışında da  kalmış.. .

İmamoğlu,
bu durumu geçiştirme beyanlar ile görmezden geldi...

Büyütmedi,  büyütemedi....
Böyle bir gelişme karşısında, bu durum kabul edilemez,
benim yönettiğim kentte yapılan  ciddi bir yatırım, proje işinde,
benim duyarsız  kalmam nasıl  beklenilebilir, demedi.

Bu durum son derece vahim,  bu mantık kabul edilemez
demedi, diyemedi...
Ben, bu kentin insanının yüzüne nasıl bakarım,
yönettiğim kent ve onun, insanına mahcup olurum, ifadelerini kullanmadı...
Böyle bir şey...

Bir de şöyle durum var..
Cumhurbaşkanı İstanbul'u çok seviyor... "Seviyorum" diyor.
" İstanbul'un yönetimini bunlara bırakamayız" diyor.

O' zaman, Sayın Cumhurbaşkanı üstlenmiş olduğu Cumhurbaşkanlığı görevinden istifa edip, İstanbul Belediye Seçimlerinde kendisi Aday olsun, seçilebilrse, İstanbul'a Belediye Başkanı olsun..


Ama, Cumhuriyetin temel dinamikleri öylesine yıprandı ki;



Hayır, seçime felan gerek yok,  kendisini bir kayyum  olarak atayabilir..
Atayamaz mı?

Evet, Atar, yapabilir...
Peki, haksız ya da haklı, Cumhurbaşkanı,  lider olarak böyle bir eyleme kapı aralayabiliyor da...
İmamoğlu, neden, bir lider olarak haklılık gerekcesi boyunu aşan bir konuda liderliğini ifade edemiyor..

Bu kent benim kutsalım, ben bu hiçe sayılmayı kabul edemem diyemiyor...


Ama, bu konuya da açıklık kazandırmak gerek.. .

" Cumhuriyetin temel dinamikleri, neydi ki;
Darbeler, işkence odaları,  insanını aşağılamak..


Evde, ebeveyn...
okul'da Eğitmen
Asker' de, Komutan
Sivil de Karakol,
jandarma..

Türkiye'de  bir dönem insanları,  Eşek, kavağa çıkana kadar döver, işkence ederlerdi. Diyarbakır cezaevi, Mamak, Ulucanlar....
Bir de...
Ünlü polis Şubeleri var  dı...
I., ll., şube gibi.
Allah göstermedi.

Ama, kapısında, duvarında "  Allah burada yok" gibi, zalimlerin slaganının yazılı olduğunu söylerler..
Benim  askerlik yaptığım dönemlerde  bir binbaşı vardı -  vardı.
Servet   Bin -  başı...

Karargah Bölüğü'nün Komutanı.
Elinde  ağaç kazma sapıyla gezerdi...
Ayı gibi bir adamdı, ama Ayı' dan daha güçlü ve hayvanımsıydı.
Karagah Bölüğü'nden küçük vukat işleyen erler olduğunda;
" Nerelisin lan sen, dön memleketine, eğil aşağıya" derdi.

Balta sapıyla, çocuğun kalçasına, bacaklarına sopayla öyle vururdu ki,
Asker oraya acıdan bayılıp düşerdi.
Ardından  Asker' i  alıp götürürlerdi koğuşa,  Er, 10,15 gün koğuşta yatardı.
Oysa, hayvanlar  dahi;

Türk insanının işkence edilip dövülüp, aşağılandığı kadar....
Faili meçhule gönderilenlerin kaderi de bir ayrı trajedi...
Akademisyen, bürokrat, hukukcu ve bir çok kamu görevlisi faili meçhul.
İsimlerini listelesem bilemem binlere varır...

10 Temmuz 2013  Eskişehir
En son;
Ali İsmail Korkmaz
Dövülerek öldürülmüştü...
17 Mayıs 1995 İstanbul\Avcılar
En son faili meçhul

Fehmi Tosun
Evinin önünde alınıp gidilmiş "... 




KIZILAY...

Hilalin imajının bozulması kabuledilmez.
Hilale dokunan, dokunduran iflah olmaz..
Bir şey yapıyorsanız, açıktan yapın...

Gizlilikten, melanet doğar  " sır gerektiren işler başka" o zaman
O'nunda ifşasına, deşifre olmasına izin vermek, o da ayrı bir kusur sayılır...
Hilalin imajını bozacak kadar işi ileri taşıdıysanız,
uç'a gelmiş, boşluğa bakıyorsunuz demektir..
Ordan çıkın, Ordan dönün..

Kendinize de memlekete de yazık olmasın...

DİP NOT:

İmansız dindarlar zarar verir, dine de, dünyaya da...
Her değerin, imansızlarına, kurusıkılarına dikkat...

Şunu da paylaşmamak ...
Ne mümkün unutmak..
Gül, Dış İşleri Bakanı.


Kızı Bilkent Üniversitesi'nde birincilikle mezun olmuş.
Mezuniyet töreninde aile orda.

Tören, açık alanda Kampüste yapılmakta.
Ama, 
Dış İşleri Bakanı Abdullah Gül'ün  Kızı'nın başörtüsü var ve hak ettiği ödülü alması için platforma çıkması gerekiyor Ançak,  çıkartılmıyor.

Zalimin ilkesi zalimene olur...
Fırsat bulduğunda işleyeceği zulme illa bir dayanak bulur..


Devlet der,  Bayrak der, Vatan der,  kamusal alan, birlik dirlik der, din der, iman der...



Mülkün ve dinin adına bir gerekce yaratır, toplumda kimsenin itiraz edemiyeceği...

Başa dönelim,
İmamoğlu'nun Palandöken tatili kişisel tercihi.
Kamuyu ilgilendiren, kamu zararı ya da yararlılığı söz konusu değil.

Burda sorgulanması gereken;

İstanbul'da  kolanları çatlamış, duvarları çökmüş binlerce binalarda, insanları, aileleri  adeta  tabut içinde yaşamak durumunda bırakan
Sorumsuzluk sorgulanmalı...
Değil mi?











Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Belediye Başkanı Erol Ünlüsoy

Araştırmacı Yazar İbrahim Selvi ile Röportaj Röportaj : Asude Can

HDP-YSP ya da Kandil'in siyasi uzantısı