Yurttaş da devlet kadar vazgeçilmez





Yaşanılabilir bir memleket, demokratik bir devlet ve hukuk kültürünün geliştiği, adalet kültünün ayrıcalıksız, eşit yurttaşlık ilkesine dayandırıldığı bir ülke olacaksak bunu,  bu ulusun insanları  inşa ve imar etmek  durumundadır. 

Aksi halde,  Türkiye olarak elimizi kavuşturup,   ülke insanımızın dışında kurtarıcı mı beklemeliyiz?

Geçmişin devlet  yapılanması,  kültürü ve gelenekleriyle günümüz devlet algısı, yurttaş’ın devletten beklentisi aynı değil..

Devletin onuru itibarı dokunulmazlığı var da yurttaş’ın hiç mi onuru saygınlığı olmamalı ?

Bugün   Ortadoğu’da  yaşanılan çoğu  siyasi anlamda muhalif  eylemlerin yaratılma kaynağı devlet otoritesinin,  ülkenin tamamına yakınını  yönetsel anlamda  temsili kabiliyet kazandırılamamış olması kaynaklı. 

Yani - cemaat, mezheb, aşiret devleti “ yurttaş haklarının yok sayılması kaynaklıdır.  

Suriye’de, İran’da , geçmiş de Irak’ta, Libya’da  devletin, ben her şeyim tavrı,  ülkeyi,  siyaseten yönetememenin de en güçlü nedeni kabul edilmelidir. 

Yurttaş’ın onuru karakteri ve yurt sevgisi, yaratıcılığı devlete  onur kazandırır, gurur atfeder. 

Bugün yaratılan markalar, bilim insanları, girişimci iş insanları, siyasetçiler , yazarlar,  sanat insanları, hukukçular ve daha bir çok  şahsi ya da kurumsal anlamda  ifade edebileceğimiz  varlıklara sahip olmamış olsak.  


Senin devlet, vatan, bayrak diye tanımladığın kutsallar,   kendi başlarına hiç bir şey ifade etmez. 

Günümüzdeki Somali, Afganistan, Suriye, Irak vb coğrafyalarda görmekteyiz ki; 

İnsanlar o coğrafyalarda ölümüne  göç edip dünyanın daha çok gelişmiş bölgelerinde mülteçi şartlarında yaşamak durumunda kalmayı göze almaktalar. 




İmamoğlu  hava limanında VİP’ten geçirilmedi, geçmesine izin verilmedi. 
Es kaza, geçseydi ne olurdu? Devletin itibarı "protokol" yer ile yeksan mı olurdu? 

Es kaza   “  ben”  geçmek istesem ve geçmemi engellemek için O kenttin bütün güvenlik güçleriyle engellenmem devlete itibar mı kazandırmış olacak vb.

Devlet denilince siyasal aklımıza sonsuza dek yaşatacağımız Şeyh Edebali  gelmeli.

Şeyh Edebali, bu topraklarda yurt kuran insanlar için en büyük şans. 

O’nun devlet adamı desturu ve devlet tanımı  gelecek yüzyıllar için de yaşatılması kaçınılmaz büyük bir öğreti. 

Atatürk’ün devlet adamlığı vizyonu ve devlet tanımı da tabi ki tartışılmaz..
Peki ; Şeyh Edebali’de mi takılı kalalım ? elbette gelenek ve  destur olarak yaşatalım “ kimi gelenekler vardır ki insan ve millet olmanın vaz geçilmezidir “ 

Ancak, devletimizin varlık reflekslerini geliştirelim çağdaş medeni bir vizyon kazandıralım, keza Atatürk algısı için de aynı,  Atatürk  ülküsünü bir yandan yaşatıp gelenekleştirirken diğer yanda  modernize ederek  çağdaşlaştıralım. 

AK PARTİ’NİN TÜRK SİYASİ TARİHİNDEKİ YERİ VE KONUMU

3 Kasım 2002 yılında iktidar olan Ak Parti  2019 yılına kadar ilerleyen  süreçte siyasal iktidarı boyunca Türkiye’de kendi siyasal kültünü yarattı yeni bir siyasal algı oluşturdu. 

Ak Partinin geçmişi güncesi ve geleceği itibarıyla  Ak Parti, Türk demokrasi sürecinde İsmet İnönü’nün Tek Parti’li iktidar sürecinden sonra gelen ve örneği olmayan bir benzersizlikle  iktidarda en çok kalan, büyük bir siyasal harekettir. 

Ak Parti  iktidarda  yaklaşık yirmi yılına merdiven dayayan siyasal bir örgütlenme.

Ak Parti’nin refleksleri, siyasal üslubu ve ve yönetsel kabiliyetinin takdir edileceği yanları olduğu gibi eleştirilecek politikaları da elbette var, olacakta. 

Ancak,  Ak Parti'nin  bu  olumlu\olumsuz politikalarına değinmek bir yana, daha çok Türk demokratik yaşamının seviye kazanması için  nasıl düşünmeliyiz ve ne yönlü politikalar geliştirmeliyiz ki demokrasimiz güçlensin, toplumun demokratik kültürü  gelişip siyasetin, siyaset kurumlarının kalitesi artsın diye düşünüyorum. 

Ak Parti siyasal hareketinin yol ayırımında olmadığını  söyleyemeyiz. 

Ak Parti ya da CHP ve diğer Partilerin olumlu ya da olumsuz politikalarına yönelik değil de Türk siyasi kültüne değinerek,  geniş bir perspektif yaratmaya çalışalım..

Lider önemli siyasi partiler için kaçınılmaz ancak, paralel lider kavramı da gelişmeli. 
Tek liderlik kavramı,  devlet yönetiminde Başkan’ları tek adamlığa, diktatörlüğe ve despotluğa kapı aralatıyor. 

Siyasi oluşumlarda Liderlik kadrosunda yer alan politik karakterlerin, Lider’e dur deme cesareti gösterebilme fırsatı, farklı düşündüğünü ifade edebilmek anlamında cesaretlendirilmeli. 

Bu  durumu siyasi kültürümüze kazandırmalıyız. Liderler buna izin vermeli. 

İngiltere’de Tony Blair hükümeti döneminde  Blair, eğitim/ sağlık giderlerine yönelik  ek bütçeyi gerektiren kanun teklifini ya da ilgili mevzuatı Maliye Bakanı Gordon Brown'a üç yıl boyunca imzalatamamıştır. 

Diyelim ki ben demokratik toplum olmak anlamında en kapsamlı, etkileyici ve kabul edilir fikirlerle donatılı bir makale yazdığımı farkedin. 
Toplumunda bundan çok etkilenip bu yönlü bir talebin halk tabanında büyük kitlelerce kabul edildiğini var sayalım. 

Ve siyasiler bu yönlü bir girişimde bulunarak toplumun demokratik taleplerini karşılamaya yönelik kanunlar, yasalar yaparak uygulama başlattıklarını öngörmüş kabul edelim. 

Toplum bu yolla demokratikleşmiş mi olacak? 
Yani hiç katkısı olmaz ya da çok mükemmel olur diyemeyiz. 

Demokrasi, demokratik toplum, hukukun üstünlüğü ya da buna benzer  tanımlar yalın tekil kavramlar değil. 

Bu  medeni,  modern kavramlar bir bütünün parçaları gibidir. 
Birsi olmadan diğerini eksik tanımlarsınız, yani diğer tanımı ne yapsanız içini dolduramazsınız. 

Bir binayı düşünün, bir bütün. 
Mutfaksız bir dayre düşünebilir misiniz? 




Türkiye siyasetinde demokratik kültürün gelişip kökleşmesi için, 
seçmen tabanına da gayet bilinçli siyasi refleksler  kazandırılması  gerektiği kaçınılmaz. 






Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Belediye Başkanı Erol Ünlüsoy

Araştırmacı Yazar İbrahim Selvi ile Röportaj Röportaj : Asude Can

HDP-YSP ya da Kandil'in siyasi uzantısı