Ah İstanbul seni de mi partizanlığa ..

Yol ayırımındaki Türkiye, Türkiye’nin pusulası Rusya’yı gösteriyor rotası, Birleşik devletler’i..
Türkiye, şu günler de Suriye politikasını da  askıya almış izlenimi veriyor..
F- 35’ mi
S- 400’mü


İstanbul seçimleri çoğu iç/dış politikaya yönelik kararsızlığın üzerini örtmeye yetiyor anlaşılan. 

Türkiye, stratejik işbirliği  yönlü dış politikasını uzun yıllar değiştirilemez devlet politikası kabul  etmiş ve bu yönlü terçihini uluslar arası  demokratik hukuk birliğinden  yana, kararlılıkla kullanmıştı “ AB ve ABD,  NATO ve diğer evrensel değerler içeren örgütlerden “ yana.

Şimdiyse, Türkiye yol ayırımında..
Aynı Türkiye, anti demokratik despotizmden  Rusya’ dan, yana mı olacak? yoksa evel ki demokratik devlet politikası kabul ettiği demokrasi kulübünden yana mı ? 

Ayrıca unutulmamalı ki; Rusya 2014'te Kırım'ı ilhak edip Ukrayna'nın doğusundaki ayrılıkçıları desteklemeye başladıktan sonra Obama yönetimi Avrupa Birliği'yle birlikte Rusya'ya yönelik bazı yaptırımları hayata geçirdi.  ABD ve AB  ülkeleri işgalci Rusya’ya ambargo uygulamaktalar..
Bu sürecin karşı yakasında ki Türkiye, gün geçtikçe Rusya’yla olan çok yönlü iş birliğini güçlendirdi. 

Türkiye’nin haklı gerekçeleri hiç mi yok..
Elbette var, var da; Türkiye öyle bir makas açıyor ki, hangisi aralığı daraltacak, doğrusu tanımlamak güç. 
-Terör, Türkiye’nin 30 yılı aşkın başının belası..
FETÖ ve benzeri terör örgütleri..
-Çevresel faktörler ve Suriye/ İran polemiği..
-Ve ABD, AB Ülkeleri Türkiye’nin , bu çıkmaz durumunu görmezden gelmeleri...

  • En kabul edilmez-i , Ak Parti Hükümeti 20 yılı aşkın süredir Türkiye’nin,  Ana Muhalefet Partisi’yle muhalif izlenimi yaratmakta.. bunu nereye koyarız bilmiyorum. Çünkü, bu durumu hazmetmek güç, fil lokması..
  • Cumhurbaşkanı Erdoğan,  “ bu iş bitti, S-400’lerden vaz geçemeyiz. Bu füzeler savunma amaçlı “ demekte. 
  • ABD’de özetle, ya benden taraftasın ya da karşı tarafta eğer, karşıyı tercih edersen karşı tarafa uyguladığımız yaptırımlar kctagörüsüne  Türkiye’yi de dahil ederiz diyor..
  • Ne diyelim, devlet’de duygusallığa yer yoktur. Akıl ve ulusal yararlılık neyi gerektiriyorsa o nu yaparız.. Bırakalım Rusya, düşünsün. 

•••
Anadolu, İstanbul’a taşındı. Bütün kent ve belde başkanları İstanbul seçimlerinde sonucu belirlemeye yönelik propoganda amaçlı yatak yorgan kente yerleşmiş durumdalar. 

Durum böyleyken, İstanbul’u kim alsa ne olur? 
Hiç birşey değişmez. Netice de bir kentin yönetimi.. 

Ancak, bizim memlekette partizanlık, tarafgirlik öylesine körükleniyor ki, politika aşırılık yanlılığına dönüşüyor..
Ve toplumda ayrışmaya kapı aralıyor..

Londra  Belediye Başkanı, Pakistan asılı bir göçmen  ve de müslüman bir insan,  Sadiq Khan. 


•••
Demokrasimizi, parti demokrasisinden devletimizi, partizanlıktan çıkarttığımız zaman rasyonel  düşünce, fikir kendine alan açacağı gibi. Demokratik entellektüel birikimimiz de seviye kazanacaktır. 
Toplumsal enerjimizi de, popülizmimden yana kullanmamış oluruz.. 
•••
İstanbul, ah İstanbul bir Londra kadar olamadın. Londra Belediye Başkanı, Pakistanlı göçmen ve de müslüman Khan. 
İstanbul, sen bin yıllık sakinini Başkan adaylık sorgulamasın da.. seçeresini Pontus ‘a çıkarıyor, Konstantinopolis’e dayandırıyorsun.. 

istanbul,  sen çok eski çağlarda kalmışsın.. sana sahip olanlar neyin kafasını yaşıyor..

Sonra, İstanbul; sana imar adına yapılan konutlar, apartmanlar insanların ayak seslerinden yıkılıyor. Yok ki bir gün, bir istinat duvarı çökmesin...insanlar altında kalıp can vermesin. 
•••
Şunu anlatmaya çalışıyorum. 
Parti,  devleti taşıyamaz. 
Parti devletine dönüşen ülkeler hemen dağılıp parçalanmaktalar, bu fiili durum zaman diye  bir süreç dahi kabul etmemekte. 

Katı ideolojik rejimlere dayalı devlet yönetimleri, belki ülkelerini,  en azından bir süre ayakta tutmayı  başarmış olabilirler.

Devlet, hukuk/adalet kaidesi üzerinde kendine yer bulmalıdır. Aksi durum da devleti taşımaya ne partinin ne de liderin güçü yetmemektedir ..

Ama siz, devleti de  hukuku da partizanlaştırırsanız o zaman,  devletin yükünü tek başınıza omuzlamak durumun da kalmış olursunuz ki; 

Bu durum,  demokratik yönetsel siyasi kültürümüz de diktatörlük  olarak tanımlanmaktadır. Geçmişten  günümüze kadar,  medeni bir ülke, devlet yaratan diktatörlük olmamıştır. Bu yola başvuran despotların, ülkeleri de kendileri de  hüsrana uğramıştır . 

Sonuç olarak: demokratik kültürümüzün gelişmesine millet olarak katkı veremeliyiz. 
Şoven söylemlerle siyaseti aşırılık yanlılığına yönelten aidiyet söylemlerinden kaçınmalıyız.  Siyasi partiler, bu durumun gelişmesine katkı vermemelidir. 

Günümüz demokrasileri STK’lardan beslenmekte. Ve Sivil Toplum Örgütleri demokrasi kulvarında vazgeçilmezimiz olmalıdır. 

Sivil toplum örgütlerinin partizanlaşması kabul edilemez.  STK’ların demokratik yönetsel anlamda direktiflerinin, kamu yararlılığı gözeten çalışmalarının  ilgili çevrelerce dikkate alınması kaçınılmaz olmalıdır. 

STK’ları dışlamak, demokrasiyi dışlamaktır. 

Ben seçildim, ben ne dersem o olur. Ne düşünürsem o nu yaparım 
gibi  çağ dışı düşünce, günümüz demokratik kültüründe ne yazık ki yer bulmayacaktır.



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Belediye Başkanı Erol Ünlüsoy

Araştırmacı Yazar İbrahim Selvi ile Röportaj Röportaj : Asude Can

HDP-YSP ya da Kandil'in siyasi uzantısı